Permakültür ve Ben

Hayatım boyunca dışa bağımlılığın en aza indirgendiği, sürdürülebilir, kendi kendine yeten bir hayatın özlemini duydum, hayalini kurdum. Düşlerdim ki çevremde mutlu hayvanlar ölmeden ve sömürülmeden yaşasınlar. Ama onları beslemek için helak olmayayım. Koca koca ağaçlarım olsun üstünde sincaplar, dallarında kuşlar, oyuklarında böcekler olsun. Hayat olsun. Ama ömrümü sadece onların bakımları için harcamayayım. Evim kışın ısınmak, yazın soğumak için doğayı kirletmesin. Bende üstüne faturaları öderken kahrolmayayım. Ben ve eşim dahil herkes ve her şey doğasına uygun ve mutlu şekilde birbiri ile uyum içinde önce kendilerine ve ardından birbirine faydalı olsun. 

Para mümkün olabildiğince değerini yitirsin. Hayatımızdan çıksın. Bir şeyler satın alınmasın, üretilsin. Olmadı trampa edilsin. Alıştırıldığım şımarıklıklarımdan vazgeçebiliyim. Kendimi yeniden tanıyıp, ihtiyaçlarımı yeniden belirleyerek minimalist bir yaşama geçerek mutluluğu dokunulur kılabileyim. İhtiyacım olduğuna ikna edildiğim ama aslında muhtaç olmadığım şeylerin zamanımı, alanımı ve hayatımı işgal etmesine son verebileyim. 

Meğer hayallerimi gerçek yapabilmek için bir yol haritası varmış ve ismi de “Permakültür” imiş. 

Onu anlamaya çalışırken termodinamik yasaları ile fiziğe, azot dönüşümünden bahsedilen makalelerde  kimyaya, mikro organizmalardan medet umduğumuz için biyolojiye, yüzey tasarımından akışkanlar statiğine savrulmaya başladım. Anladım ki yetkinleşmek, iyi bir başlangıç olsa da balkonda kompost yapmakla olacak gibi değil. 

Belli ki birbiri ile mükemmel şekilde bağlı tasarlanmış bir yaşam alanı oluşturmak için yardıma ihtiyacım var. Önce bu yardımı profesyonellerden danışmanlık şeklinde edinmek istedim. Boyumun ölçüsünü aldım. Beni aştı. Yaklaşık 18 dönüm bir arazi için 35 bin lira civarında bir teklifle karşılaştığımda bunu ödeyemeyeceğime ikna oldum. 

Devreye Plan B girdi. Önce danışmanlık alır arkasından eğitimini alarak devamını getiririm diye düşündüğüm süreci doğrundan eğitim alarak kendim sürdürmeye karar verdim. Vermek zorunda kaldım. 

Eğitim dün başladı. Müfredat eğitmenin bir kaç eklemesi ile birlikte neredeyse tümü ile daha önce okuduğum Bill Mollison’un “Permakültüre Giriş” kitabı üzerinden ilerliyor. Anlatıcı hayranlık uyandıracak kadar yetkin ve vizyon sahibi, katılımcılar oldukça entellektüel ve güdülü.

Peki ben ne düşünüyorum? 

Şüpheci yanım 72 saatte bu eğitimin şu ana kadar kitap ve videolardan öğrendiğimden pek fazlasını bana veremeyeceğini düşünüyor ama kendime karşı pozitif olma borcumu ödemek adına belki bir sürpriz olur diye umuyorum. En azından temelimdeki eksiklikleri giderebilirsem, soru sorma fırsatı verildiği zamanlarda aklımdakileri netleştirirsem ve kursiyerlerin kendi uzmanlık alanlarındaki birikimlerinden faydalanabilirsem bu 12 haftayı karla kapatacağım gibi geliyor. 

İlk dersin bir kısmı itiraf etmeliyim ki önümde bir takvim ve iş planı olduğu için bana biraz verimsiz geldi. Anlatıcının enerjisini çok sevdiğim ve vizyonuna hayran kaldım evet ama bunu doğrundan Permakültür anlatırken de keşfedebilirdim. Çok uzun bir süre kim olduğu ve ne yaptığını dinlemek beni çok yordu. Sıkılmanın ötesinde rahatsız bile oldum. Olsun. 

Bunun dışında Permakültür kavramı açıklandı ve permakültürün gerekliliğini ortaya koyabilmek adına net ve etkili bir şekilde sorun ve sebepleri ortaya konuldu. Ardından da önemli olanın çözüme odaklanmak olduğu vurgulanarak bu çözümü Permakültür şeklinde bize hediye eden insanlarla ilgili bilgiler verildi. Yine 3 saatlik anlatım sırasında kaynakça olarak yazılı ve görsel çok kıymetli argümanlar noktasında ödev tadında tavsiyeler aldım. Bir kısmını izlemiş ya da okumuştum ama ilk fırsatta diğerlerini de mümkün olduğunca hızla inceleyeceğim. 

Dersten sonra Perma (Sürdürülebilir) Kültür (insan faaliyetleri ve yerleşimi ilgili her şey) kavramının içindeki sürdürülebilirlik ifadesi ile ile ilgili okudum, izlediğim kaynaklar aklıma geldi. Aklınızda temelin oluşabilmesi için paylaşmak istiyorum. 

“Bir sistem, en az, ömrü boyunca bakımı ve ömrünün sonunda yenilenmesi için gereken enerjiyi üretebiliyorsa sürdürülebilirdir.” 

Bu tanım çok aklıma yatttı benim. Termodinamik yasaları bugün için sahip olduğumuz bilgi birikimine göre bize;

-Enerji sabittir. Enerji/madde yoktan var, vardan yok edilemez. Ancak dönüşür.

-Hiç bir dönüşüm %100 verimli değildir ve kayıp (entropi) hep artar.  

O zaman entropi gösteriyor ki dönüşümün bir bedeli var. Ama çok şanslıyız, bu hesabı bizim için binlerce yıl daha ödeyecek neredeyse sınırsız bir enerji kaynağımız, güneşimiz var. Onun enerjisi sayesinde yenilenmenin ortaya çıkardığı kayıpları umursamadan hayatımızdan atık kelimesini çıkarıp dönüşümün tadını çıkarabiliriz.  

Kafanızı mı karıştırdım 🙂 Tamam işi uzmanından dinleyin. Yaşına göre yetkinliği noktasında ve yetkinliğini aktarmak için kullandığı dil ve tavrına hayran olduğum kişinin konuyla ilgili anlatımı;

Tekrar tekrar emeğine sağlık Iraz CANDAŞ…

Yarın görüşmek üzere…

Bir cevap yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment